Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Mehmet Ali AYDIN


SEVGİNİZİ YOKLAYIN

SEVGİNİZİ YOKLAYIN


İnsan olmanın olmazsa olmazından biri de duygularının olmasıdır. Bu duygular farklı farklı tezahür edebildiği gibi, kontrol edemezseniz felaketiniz de olabilir. Bazen kalbinize söz geçiremezsiniz birini melankolik olarak sevebilir, sonra da karşılık görmezseniz hayatınız kararır. Bazen tam tersi birine olan nefretinizi kontrol edemezseniz, o nefret kine dönüşür, intikam almaya kalkar hayatınız yine kararır.

O nedenle her şeyin dozajını iyi ayarlamak gerekir ki bu da sağlıklı olmanın gereğidir. Kişilik bozukluğu olmayan, imanı olarak sağlıklı olan, insanlardan ziyade kalben Allah’a bağlı olan, inanan ve bunda da gerçekten samimi olan insanlar, her türlü his ve duygularını kontrol edebilme iradesine sahip olurlar.

Dünyevi istek ve arzularını ön plana alıp bunları tatmin için yaşayanların derdi arzularının tatminidir. Bunun içinde yapmayacağı şey olmadığı gibi, onları hiçbir şeyin tatmin etmesi ve memnun olması da mümkün değildir. Bu uğurda bir ömrü bedavaya harcar ama yine mutlu olamaz. İşi gücü kendinden zengin olanları kıskanmak ve haset etmekle geçer. Onlarda var da bende neden yok takıntısı hem kendini hem de sevdiklerini huzursuz ve mutsuz eder.

İnsanın duygusallığı yaşlandıkça artıyor galiba, başkalarını bilemem ama kendimden iyi biliyorum, sokakta bir gariban görsem gözlerim sulanır, televizyonda duygusal bir sahne görsem ağlayacak duruma gelirim. Bazen de çocuklarımın mutlu huzurlu olması, kimseye muhtaç olmadan hayatlarını devam ettirmeleri ve hiçbirinde zengin olmak, mal biriktirmek gibi takıntılarının olmaması, başkalarına yardım etmek konusunda da duyarlı olması insanı duygulandırıyor.

Hani duygusallık dedim ya; sabah mahmurluğu ile televizyonu açtım, öyle çok izlenen bir kanal da değil. Delikanlı bir kızı seviyor ama kız hasta. Kan kanseri… Tedavi görüyor ama tedaviye olumlu karşılık vermiyor ve günden güne eriyor. O da delikanlıya karşı ilgisiz değil ama hastalığını ve sonunu bildiği için de bu sevgiye karşılık vererek delikanlıyı da hayatı zindan etmek istemiyor.

Doktoru da bu durumda hastasının tedaviye olumlu karşılık vermemesi yüzünden çaresizlik içinde. Kızın bir de onu çok seven bir halası var. O da yeğenin durumuna çok üzülüyor. Kızın babasına yani ağabeyine bunun bir çaresi olduğunu, kızın bir sevdiğinin, sevdiğinin de kıza karşı ilgisinin olduğunu ve dolayısıyla bir evlilik durumu söz konusu olursa belki de kızın tedaviye cevap vereceği ve hastalığı atlatabileceğini söylüyor. Bu da olmazsa en azından son günleri mutlu ve huzurlu geçirebileceğini anlatıyor.

Nihayet kendilerine göre bir plan yaparak doktorun da desteği ile kıza masum bir yalan uydurarak, “tedaviye cevap vermeye başladığını ve kan değerlerinin gittikçe düzeldiği ve yakında sağlığına kavuşabileceğini” söylerler. Evlilik senaryosunu da uygulamaya koyarlar. Halanın gayretleri, ebeveynlerin olaya olumlu yaklaşımı ile evlilik olayı gerçekleşir. Delikanlı sevdiği kızın lösemi olduğunu, kısa bir zamanının olduğunu bile bile büyük bir özveri gösterir ve sevdiği kızın kısa da olsa mutlu olabilmesi için evlenir.

Aradan bir zaman geçtikten sonra, birlikte yürürken kız aniden fenalaşır, bayılır ve düşer. Apar topar doktorun yanına koşarlar. Doktor kızı muayene eder, muayenehanenin kapısında görünür. Doktorda surat sirke satmakta, herkeste bir tedirginlik, umutsuzluk. Doktor onları içeri davet eder. Kızın da yanında babası, halası ile birlikte söyledikleri yalanı ve kurguladıkları senaryoyu açıklar. Hereksin suratı bir karış, kızcağızda perişanlık diz boyu. Sonra doktora durumun ne olduğunu ve sonucun nasıl olduğunu sormak akıllarına gelir.

Doktor durumu açıklarken son derece ciddi bir tavır içinde, herkes merak içinde ne söyleyeceğini bekliyor. Ve nihayet doktor, her şeyin gayet normal olduğunu, kızın tedaviye olumlu cevap verdiğini kan değerlerinin yükseldiğini ve birkaç aya kalmadan normal insanlar gibi sağlığına kavuşacağını söyleyerek herkesin yüreğine su serpiyor. Peki diyor delikanlı ama doktor bey o bayılma neyin nesiydi diye soruyor. Doktor da önemli bir şey değil diyor ve bombayı patlatıyor; baba oluyorsun. Delikanlı dışarıya çıkıyor ve şükür secdesine kapanıyor.

Bazılarınız aman hocam amma uzattın ha! Ne diyeceksen de haydi, sabrımız zorlama diyor gibi geldi bana. Haklılarda hani. “Düğün değil, bayram değil, enişten beni niye öptü” der gibi bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Bazen biz dünyanın meşgaleleri arasında bazı şeyleri birbirine karıştırıyoruz galiba. Sadece maddi bir aşk ve sevgi için neler feda ediyoruz ve nelerden vazgeçiyoruz da gerçekten sevmemiz gerekenleri ihmal ediyoruz.

Bize sonsuz nimetleri bahşeden, dünyaya insan olarak doğmamızı murat eden, rızık veren, sağlık, sıhhat veren Rabbimizi acaba ne kadar seviyoruz. Gerekirse uğrunda her türlü riski göze alabilecek kadar seviyor muyuz? Yine O'na dönüş yolculuğu için geldiğimiz dünya hayatında ne kadar O’nun bize vaaz ettiği hayatı yaşayabiliyoruz. Dünyadaki en çok sevdiklerimizden O’nun için vaz geçebiliyor muyuz? Her gün gözümüzün önünde O’na, Resul’üne ve indirdiklerine hakaret edenlere karşı nasıl bir tavır sergiliyoruz. Hiç düşündünüz mü?

Konuyu Peygamberimiz ’in (SAV) bir hadisi ile noktalayalım.

“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resulünü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” [Buhari, Sahih, İman,2/9)

Sahi siz gerçekten en çok kimi seviyorsunuz?