İslam ahlakının toplumsal boyutu, bireysel boyutuna nazaran çok daha geniş ve çok daha önemlidir.Ne var ki,bunun farkında değil insanımız. ”Din,vicdan işidir..” repliği, seküler bir söylemdir. Oysa İslam,sosyal ahlaktan çokça söz eder. Farz olan ibadetler, bireysel boyutun çok ötesine yöneliktir.
Zekat, Cuma ve bayram namazları, hac, cihad gibi emirler, İslami toplumun sağlıklı ve huzurlu olarak sürüp gitmesinde asla ihmal edilmemesi gereken farz ibadetlerdendir.
Din vicdanlara hapsedilemez. Çünkü, İslam, ümmetin birlik ve bütünlüğünün ancak sosyal ahlak ile sağlıklı bir kimlik kazanacağını beyan eder.
Hiç kimse kendisine göre bir İslam algısı oluşturma hakkına sahip değildir. Herkes herkese karşı bir çok ödevlerle yükümlü olmak durumundadır. Değil mi ki, İslam, bütün mü’minlerin birbiri ile kardeş olduğunu deklare etmiştir. (Hucurat,10)
Mezkur ayette geçen ihve (kardeş) kelimesinin kökü ‘EH’tir. “EH”, aynı anneden süt emen kardeşler demektir. Nasıl ki,ana-baba bir kardeşlerin birbirlerine karşı mutlaka yerine getirmeleri gereken görevleri vardır;aynen öyle, Müslüman bireylerin de birbirlerine karşı işte o derece önemli görevleri vardır.
Çok zamandır, Kur’an’ın sosyal ahlak boyutu ihmal edilmektedir. ”Kendimi kurtarayım yeter..” düşüncesi bir çeşit bencilliktir. Oysa, Müslüman bencil olma hakkına asla sahip olamaz. Bu sığlık, kapitalizmin (özellikle günümüzde) dayattığı anlayıştır ki, ümmeti paramparça eder. ”Öncelikle bilinmelidir ki, ”ben” düşüncesi, dışlayıcıdır, sadece kendi için yaşamaktır.. Oysa, ”Biz”, İslam kardeşliğinin temel ilkesidir. ”Biz”in ıskalanması, ayrılık ve çatışmayı kaçınılmaz kılar.
Ağaç ve orman metaforuna bakalım bu bağlamda: Ağacı görüp ormanın bütününü görmemek, hastalıklı bir bakış, sakat bir anlayıştır. Zira ki, insan teki, sadece kendisinden ibaret değildir. Netice de toplumun bireyidir.
Yardımlaşma, İslam’ın en temel sosyal ahlak ilkelerindendir. Birbiri ile yardımlaşmayı önemsemeyen bireylerin oluşturduğu topluluk, toplum olamamış demektir.
İslam toplumu, ancak birbirini gözeten bundan hiç gafil kalmayan fertlerin kenetlendiği bir toplum demektir.
Esasen İslam’ın kendisi bir bakıma sosyal ahlaktır. Zekat, sadaka ve infak aradan çıkarın, Ortada İslam toplumu diye bir sosyal fotoğraf kalmaz.
Kendini toplumdan soyutlayanın, Müslümanlığı tartışmaya açık demektir. Bütün bir toplumun zararına olan kimi durumlara karşı, bir mümin olarak üstüne düşeni yapmayan biri, birlik ve beraberlik ruhuna ya tümüyle yabancıdır, ya da bile bile duyarsızlık yolunu tercih etmiş demektir.
Her Müslüman, ”Emr-i bil ma’ruf ve neh’yi an’il münker..” ile yükümlüdür. Yani iyiliği yaymak, kötülüğü mümkün olduğu kadar azaltmakla. Değilse, Ümmet olmanın ne manası olabilir ki..
Dünyaya olan iştah artıyor. Hepimiz, kendimizi merkeze alıyoruz. Diğer kardeşlerimizi hesaba katmıyoruz. Halbuki, Hz.Peygamber’in, ”Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” ikazı ile kardeşlik görevlerimizi yapmamıza özellikle dikkat çekmektedir.
Ne var ki, bu uyarı pek de hesaba alınmıyor: Tehlikeli sularda yol alıyor çoğumuz. Önce kendi en yakın komşumuzdan sorumluyuz. Hiç kimse bu sorumluluğun haricinde değildir.
Ümmet olmanın huzuru ancak ve ancak Müslümanların birbirlerinin her derdi ile ilgilenmeleri ile sağlanabilir. Başka bir yol da, formül de yok.
Her toplumun yetimleri, yoksulları, hastaları, dulları, yaşlıları, çaresizleri olduğu görmezden gelinemez. Üniversitelerde okuyan nice genç, bir öğün atlatmak için simit bile alamazken, sözüm ona, ”Müslüman zengin olmalıdır” üzerinden giderek büyük haram veya helal özeni göstermeden servet ve mal biriktirenleri Allah öyle şiddetli şekilde uyarıyor ki.. (Tevbe,34,35)..
Tüm bu gibi bakıma ve yardıma muhtaç olanlardan sadece yakınları değil, tüm Müslümanlar sorumludur. Bunun coğrafi sınırları da olamaz.
Daha da ötesi var. Müslüman olmasa b ile, yoksul, fakir, çaresiz, dul, yetim… her ne ise yardım etmek, Kur’an’ın tavsiyelerindendir.
Uzak yakın akrabasından, yine uzak yakın komşularından kendini soyutlamışların Müslümanlığı ancak kendilerinedir.
Onlar için şiddetli bir azap müjdelenir.