Bundan önceki yazımda, günümüz Türkiyesi'nde tesbit ettiğim, "insandaki bozulma"yı irdelemeye çalışmıştım. (Bkz.: https://orduhursesgazetesi.com/kose-yazilari/insandaki_bozulmanin_sebepleri_nelerdir_-6320.html).
Yazımın bir yerinde, "Türk dizileri" olarak adlandırılan filmlerin, bu "bozulma"ya örnek olarak incelenebileceğini belirtmiştim. Bugünkü makalemde, bu tezimi açmak istiyorum.
Orada, bozulmanın üç nedenini sıralamıştım. Şimdi o üç faktörü tekrarlayıp, bunların sözkonusu dizilerdeki karşılıklarına kısaca bir göz atalım. Bunu yaparken, içinde yaşadığımız sistemin, bireyleri belirli davranışlara zorlamasından, hatta onlara uyguladığı "dikte"lerden söz edebiliriz:
1. Hızlandırılmış kapitalizmin rekabetçi tüketim yarışması ‘dikte'si:
Türkiye gibi, bütün dünyada da televizyonlarda gösterilen "Sorvivor" yarışmaları geliyor bu bağlamda aklıma. Kaybedenin aşağılanmasının kural olduğu yarışmalar. Bilinçaltını etkileyerek; kin, nefret ve şiddetle, "Altta kalanın canı çıksın" mentalitesinin dikte edildiği yarışmalar... Yıllar öncesinin reklamı; "Atın, atın! Eskimiş çoraplarınızı atın! Bilmem ne, Türkiye'ye geliyor!" sözünü telkin eden diziler... (Tabii ki buradaki "çorap", en geniş anlamda kullanılmaktadır). Sonuçta, çoğu saray yavrularında/ konaķlarda geçen, Türkiye'nin genel gerçeğiyle asla uyuşmayan, sözümona "Türk" dizilerinde telkin/ lanse/ dikte edilmek istenen rekabetçi, lüks hayat tarzı; büyük halk kitlelerinde özenti, tüketim yarışı, kıskançlık ve kin yaratmaktadır. Bunlar da, toplumsal dayanışmanın/ birliğin BOZULMAsına neden olmaktadır. Zaten asıl amaç da bu "imha"dır.
2. "Çok kültürlü toplum" zorlaması/ ‘dikte'si:
Dizilerde de, tıpkı toplumun genelinde olduğu gibi, yaratılmak istenen algı şudur; toplum etnik, dinsel, kültürel ve (kadınla erkek dışında da) cinssel farklılıklardan oluşur! Bunlar, hiç bir etik/ ahlakî ortaklığa gerek duyulmadan yanyana/ içiçe yaşamak zorundadırlar! Etnik, dinsel, kültürel ve cinssel parçalanmaların, gerilimlerin ve çatışmaların özellikle ‘GÖÇMEN'lik olgusuyla pekiştirilmesi, "Türķ" dizilerinin de vazgeçilmez manipulasyon malzemelerindendir.
3. Postmodernist yaşam tarzının dikte edilmesi:
Bu dünya görüşünün temel ilkesinin "Her şey mümkün!" (anything goes!) olduğunu geçen yazımda belirtmıştim. "Çok kültürlü toplum"un ve GÖÇMENliğin de amansız savunucusu olan bu ideolojiye göre, etik değerler de dahil, kesin bir doğru yoktur. Herkes, demokrasi ve tolerans adına, her çeşit yaşam ve düşünce tarzını kabul etmek zorundadır.
"Türk" dizilerinde sergilenen yaşam/ ilişki tarzları, bize, insanlar arası ilişkilerde her şeyin mümkün olduğunu telkin ve dikte eder...
*
Karl Marx, "Her çağda, egemen olan fikirler, egemen sınıfların fikirleridir" der. Bu sözü, şu şekilde değiştirebiliriz, sanıyorum: "Her çağda büyük reklamı/ propagandası yapılarak insanlara dikte edilen kültür eserleri; yani sinema filmleri, diziler, sanat zevkleri... hakim sınıflara hizmet ederler ve onların maddi-ideolojik destek ve telkinleriyle kotarılırlar!"
"Türk" dizileriyle; emperyalizmin ahtapotvari kültür/ ideoloji endüstrisinin önemli bir kolunu oluşturan "Netflix"in birbirlerine derin bir yakınlıkları olduğu, inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
KÖR NOKTA KÖŞESİ
1. Netflix film ve dizileriyle, "Türk" dizileri arasındaki farkın biçimsel mahiyette olduğunu, bunların özde büyük benzerlikler taşıdığını tesbit etmemiz gerekiyor. "Türk" dizileri; "hızlandırılmış/ pervasız kapitalizm"ci, "çok kültürlü toplum"cu ve "postmodern"ci ideolojilerini insan psikolojisinin "kılcal damarları"na girerek, bilinçaltı manipülasyonu taktikleriyle uygularken; Netflix bunları - örneğin "Üç Cisim Problemi"nde yapılan PKK propagandasında olduğu gibi ‐ açıkça sergileyebilmektedir
2. "Türk" kavramını tırnak içine aldım; ABD, siyâset alanında ne kadar etik davranan bir ülkeyse, bu diziler de o kadar "Türk"tür! Tabii ki onlar da, tıpkı FETÖ'nün Türkçe Olimpiyatları'nı bir yem olarak kullanması gibi, "Türkî" ve "İslamî" konuları işleyeceklerdir. Aslolan, verdikleri bilinçaltı/ subliminal mesajlardır.