Muzaffer GÜNAY (GİZEMLİ HİKAYELER)

Tarih: 03.02.2023 15:47

UÇURUMUN BAŞINDAKİ MERSEDES -2-

Facebook Twitter Linked-in

Bedriye hanım, yine kitaplardan birine dalmış, şezlongunda yaylanıyordu. Öyle idi ama, bir yandan da belirsiz bir iç sıkıntısı içini çalkalandırıyor, sanki kötü bir şey olacakmış hissi ile, gözleri bulanıyordu.

Oğlunun arabası ile her geziye çıkışında merhum kocasının başına gelen o feci kazayı (cinayeti demeli) hatırlıyor, “ah oğlum da böyle bir kazaya kurban gitmese” diye geçiriyordu içinden.

Sami artık, İstanbul’un dışına çıkmış, Karadeniz hattını takip eden ve fakat giderek denizden yükselen, henüz sıcaktan erimemiş asfaltta ilerliyordu.

Yolun hemen kenarında harika bir piknik yeri gördü. Arabasını uygun bir yere park etti. Bir çam ağacının gölgesindeki tahta masaya oturdu. Oturak da ahşaptı. Hararetini bastıracağını düşünerek, garsondan bir duble çay istedi. Gerçekten, içinin harareti biraz azalmıştı. Uzaklardan karadeniz çok harika görünüyordu. Bir doğa aşığı idi o, şehrin en sosyetik semtlerinden birinde yaşamasına rağmen.

Sami biraz daha oturdu. Yanında getirdiği günlük iki gazeteyi biraz okudu. Spor (tabii ki futbol) sayfasını karıştırdı gazetelerin. Tuttuğu takımın o gün Ali Sami Yen’de çok önemli bir maçı olduğunu unutmuştu, gazeteyi okuyunca aklına geldi ve muhakkak maça gitmeye karar verdi. Zaten pek kaçır mazdı takımının maçlarını.

Maç saatine daha altı saat vardı.

Biraz daha tur yaptıktan sonra, geri dönecekti.

Kalktı yerinden ve arabasına bindiği gibi yoluna devam etti. Böyle beş on dakika kadar süratli olarak devam etti.

Bir tepeyi tırmandı, tam düzlüğe çıktığı anda, karşı yönden gelen bir kamyonet gördü. Fakat, çok süratli idi ve freninin patlamış olduğunu anladı. Çarpışmaktansa, arabasını deniz tarafına doğru dönderdi. Önünde biraz düzlük vardı. Frenine basarak durdurabileceğini hesap etmişti, mersedesini.

Freni patlak vaziyette yoldan çıkmamak için epey gayret sarfeden kamyonet, tepenin zirvesinden itibaren aşağıya doğru gözden kayboldu.

Sami, kendi derdindeydi.

Arabasına hakim olamıyordu ve araba çok hızlı bir şekilde deniz tarafına doğru kontrolsüz olarak gidiyordu. Bir kaç kere, freni pompaladı ve nihayet araba tam uçurumun başında durdu. Bir metre daha gitse, Karadeniz’in hırçın sularına gömülecekti. Büyük bir uçurumunun başında olduğunu neden sonra anladı. Direksiyona ve dikiz aynasına çarpan kafasının ve yüzünün muhtelif yerleri yara bere içinde kalmıştı. Biraz sersemce hissediyordu kendisini. Ne büyük bir tehlike halinde olduğunu, kan damlaları süzülen göz kapaklarını açıp da ileriye doğru bakınca anladı. En az elli metre yükseklikte ve kayalardan ibaret bir yükseltinin zirvesinde idi. Arabadan inmek istedi, fakat, en küçük bir hareket yapacak olursa, arabası ile birlikte bu korkutucu yardan uçacağının farkındaydı. Biraz evvel seyrettiği yoldan gelip geçenlerin kendisini görmesi de mümkün değildi. Üstelik, bazı vücut azalarının şiddetli olarak ağrımaya başlaması ile, sandığından daha büyük bir kaza ile karşı karşıya geldiğini ayan-beyan görmüştü.

Kasık kısmında derin bir yarık olduğunu, kendisinin neresinde ne var ne yok olduğunu araştırması sırasında ayırd etti. Durumu hiç de iyi değildi. Bir de her an araba ile uçuruma düşeceği korkusu, giderek kendisinde bir panik havasına sebep oluyordu.

Ve Bedriye hanım..

Şezlongunda donup kalmıştı. İçindeki derin sızının ablukası altında, müthiş bir acı çekmekteydi. Kötü bir şeylerin olduğunu artık tamamen sezinlemişti. Gözleri, nar ağacının dibinde odaklanmıştı. Uyku ile uyanıklık arası bir hal içindeydi. Birden bire oğlu gözlerinin önünde belirdi.

Sami, korku içinde, kederli bir yüzle:

-Anneciğim beni kurtar, yardımına ihtiyacım var! Kilyos’tayım, diye imdat istiyordu.

Devam edecek....


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —