Bugün bir söz duydum, bütün hayat tecrübemi, bütün okuduklarımı, bütün nasihatleri tek cümlede topladı sanki:
“Büyük İskender’in ölüsüne bakan bir mütefekkir şöyle demiş:
‘Ey İskender! Dün çok iyi bir hatip idin ama bugün daha etkilisin.’”
Bu söz, insanı bir anda susturacak kadar derin.
Hayatın boş telaşlarına, bitmeyen koşturmalarına, vakitsizlik yakarışlarına bir cevap gibi.
Bugünün insana en büyük uyarısı belki de bu:
Dün konuştukların değil, bugün sustuğun bile bir ders olmalı.
Ve tam bu noktada şu kadim söz yeniden anlam kazanıyor:
“Çok meşgul adamın vakti çoktur; tembel ve uyuşuğun ise vakti yoktur.”
İskender’in ölüsüne bakan mütefekkir, dünyanın en güçlü komutanına bile şunu söylüyor:
“Artık söz söylemiyorsun ama hakikati daha gür haykırıyorsun.”
Çünkü ölünün dili yoktur; fakat hal dili vardır.
Söz biter; ibret başlar.
Ve hayat bir kez daha gösterir:
İnsan ya yaşarken konuşur ya da öldükten sonra konuşturur.
Meşgul adam ise, ölmeden önce bu dersin farkındadır:
Vakit geçer, ömür biter; geriye sadece yaptıkların, yetiştirdiklerin ve iz bırakan gayretlerin kalır.
Bu yüzden vaktini doldurur.
Vaktine sahip çıkar.
Her günü, bir sonraki güne ibret bırakacak şekilde yaşar.
Tembel ise ne yaşarken konuşur, ne ölünce konuşturabilir.
Zamanı boşa gider, özü boşa durur.
Çünkü meşgul insan, hayatın hesabını bugünden tutar.
Her gün bir tuğla koyar.
Her işin altına bir imza değil, bir niyet bırakır.
Bu yüzden hayat ona kapı açar; vakit genişler, bereket çoğalır.
* Güne omurga kurar,
* Önceliğini bilir,
* Ufak vakitleri değerlendirir,
* Zamanın kıymetini bilir.
Meşgul insan, aslında zamanı değil özü yönetir.Bu yüzden vaktin daraldığı yerde bile iç genişliği yaşar.
Çünkü tembel, işin kendisini değil; işin ağırlığını düşünür.
Başlamadığı için yorulur, ertelediği için bunalır, yetiştiremediği için utanır.
Ve tüm bunlar bir cümlede toplanır:
“Hiç vaktim yok.”
Oysa vakti yok olan, aslında niyeti, gayreti, iradesi olmayandır.
Zamanı tutamayanın, hayatı da tutamaz hâle gelmesi bundandır.
Mütefekkir İskender’e bakarken aslında şunu söylüyordu:
“Dün gücünle, bugün acziyetinle anlatıyorsun.
Dün fethederek, bugün çürüyarak ders veriyorsun.
Dün sözle etkilemiştin, bugün susarak titretiyorsun.”
İskender’in ölümü, insana şunu hatırlatır:
“Vakit, senin konuştuğun değil; geriye bıraktığın izdir.”
Sözün tesiri biter; ama halin tesiri kalır.
Ölüm bile doğru yaşanmış bir ömrün özetine dönüşür.
Dünyanın en büyük komutanı, üç karışlık kefene sığdı.
Serveti, ülkeleri, sarayları ardında kaldı.
O an herkes aynı soruyu düşündü:
“Bu kadar çok şeye sahip olan bir adam, neden hiçbirini yanında götüremedi?”
İşte burada meşgul adamın sırrı devreye girer:
O, vaktini dünyalıkla doldurmaya değil, hayatla anlamlandırmaya çalışır.
Tembel ise vaktini tüketir; ama ömrünü bir türlü büyütemez.
Bu iki söz —İskender’in sessiz hatipliği ve meşgul adamın zaman bereketi— aynı gerçeği işaret ediyor:
İnsan, zamanın öğretisinden kaçamaz.
Ya çalışarak öğrenir, ya yaşayarak, ya da toprağa girerek…
Toprağa girdikten sonra herkes hatip olur; ama mesele toprağa girmeden önce ne anlattığındır.
Bugün öğrendiğim şey şu:
İskender’in ölüsü bile konuşuyorsa,
benim ve senin her günümüz, her adımımız, her çabamız elbette konuşuyor.
Meşgul adamın vakti şahitlik eder.
Tembelin vakti şikâyet eder.
İskender’in ölüsü ibret verir.
Bizim ömrümüz ise bir gün hesap verir.
Öyleyse mesele çok açık:
Zamanı yönetmek değil, zamanda kendini terbiye etmektir vesselam.
