Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Kemal MENCELOĞLU


VALLAHİ HİÇ PARAM YOK KIZIM!

VALLAHİ HİÇ PARAM YOK KIZIM!


 

 

Varlık da yokluk da hepsi imtihan,

Zamanla gelir her kulun başına,

Kullar da bilir ki her şey Allah’tan,

Haram katmaz ekmeğine aşına. 

     Anadolu’nun dağ köylerinin birinden bir adam kız evladını şehirde bir yurdun kapısına kadar getirir. Kazandığı fakülteyi okuyacak; vatana, millete hayırlı evlat olacak. Kızı babasından ayrılırken;

-Babacığım hiç paran yok mu? Hiç değilse on lira olsun verseydin. 

-Vallahi yok benim güzel kızım. Olsa vermez miyim? Sana vermediğim parayı ben ne yapayım? Ama yok işte. Allah büyüktür, inşallah bir imkan bahşederse sana ulaştırırım. Hiç merak etme olur mu yavrum? Olmayınca olmuyor işte…

     Ve kendi kendine şöyle düşünerek yürümeye devam eder. “Allahım yokluk ne zor bir şey. Sen kimseyi ailesine, çoluk çocuğuna karşı mahcup etme”. Her şey geçer gözünün önünden, her şey.  O güne kadar yaşadığı bütün hayat serancamı. Tam bu esnada baba-kız konuşmasını duyan duyarlı bir vatandaş, yaklaşır adama ve yüz lira çıkarıp teslim eder. Bu parayı kızını çağır ve de ki;“Kızım arka cebimde kalan bir param varmış, unutmuşum, şimdi buldum. Buyur kızım şimdilik harçlık yap diyerek ve bu dost vatandaşa da teşekkür ederek ayrılıp gider. 

     Bu durumun farkına varan diğer bir müslüman esnaf olaya ilgisiz kalmaz ve o kızımızı yanına çağırır.

-Evladım, anladım ki sen okumak için buralara kadar gelmişsin. Allah sana zihin açıklığı versin, sen de benim bir kızımsın. Bu lokanta benimdir. Aç olduğunda, harçlığın bittiğinde, herhangi bir ihtiyaç hissettiğinde gel benden iste. Sakın kendini yaban ellerde, yabancı yerlerde, garip birisi olarak görme. Sen bize sadece babanın değil, Allah’ın bir emanetisin. Ailemizin bir üyesi de sensin. 

     

     HERKESE DÜŞEN BİR GÖREV VAR

     Bu esnaf olan düzgün ve dürüst insan, eşe dosta haber salıp kendi aralarında yardım için bir araya gelirler. Her ay beş yüz lira vermek suretiyle bir yıllık burs imkanı sağlarlar. Hanım kızımıza haber verip çağırdıklarında ilk beş yüz lirayı verirken ayakkabısının eskimiş olduğunu görür ve önce aldığın parayla ayağına bir çift ayakkabı al derler. Kızımız ayakkabıyı alıp mutlu bir şekilde hayır öncülerinin huzuruna varınca, onlara şöyle der:

-Siz hangi vakıfsınız? Bana bu parayı kim ödüyor?

-Kızım bu vakıf, kardeşlik vakfı. Buranın farklı bir özel adı yok. Biz bunu sana sadece Allah rızası için yapıyoruz. Ama senden de bir tek ricamız var. Okulunu bitir, vatanına, milletine, dinine ve devletine ihanet eden bir insan olma. Ayrıca şu talebimizi de unutma. Yarın maaş almaya başladığında sen de kendi köyünden, yörenden okuyan muhtaç bir vatan evladına burs ver. Onun da medeniyet yarışında, eğitim ordusunda yücelmesine, yükselmesine katkıda bulun. Senden tek isteğimiz budur derler. -Allah sizden razı olsun. İyi ama benim burs verdiğimi kim denetleyecek, kime söylemem gerekir? diye sorduğunda;

-Sadece vicdanına kızım. Sadece vicdanına. Kimseye söylemene gerek yok. Allah’ın bilsin, vicdanın rahat etsin. O; sana, bana ve hepimize yeter ve artar derler. 

    Bir eliyle verdiğini diğer elinden bile saklayan, gizleyen bir anlayış. Bakara süresinde ifade edildiği gibi; ”Habibim! Sen olanları yüzlerinden tanırsın. Onlar yüzsüzlük ederek kimseden bir şey isteyemez.” Kan kusar ama kızılcık şerbeti içtim diyerek savuşur gider. 

Şair Nesimi’nin dediği gibi;

 

Bir acaip derde düştüm herkes gider karına,

Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına,

Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına,

Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem. 

    

      Burs alanlar burs verse, bu ülkede hiç bir fakir çocuk muhanete muhtaç olmaz. Aç ve açık kalmaz. Ne dersiniz, okurken infak, zekat, fitre, sadaka alanlar, varlıklı olduklarında geçmişlerini hatırlayıp, görevlerini hakkıyla ifa ediyorlar mı? Bu soru hepimize sorulmuş bir sorusu olsun. 

 

FARKLI BİR İMTİHAN, 

EKONOMİK KRİZ

      1960’larda Hindistan’da büyük bir ekonomik kriz yaşanır. Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları hiç görülmemiş bir şekilde artar. Eşyalardaki pahalılık artık halkın dayanamayacağı bir duruma gelir. Halk, büyük âlimlerden olan Muhammed Yusuf Kandehlevi’nin yanına gelip bu durumu şikâyet ederek pahalılıktan ve fiyat artışından yakınırlar. Ondan bu duruma karşı ne yapmaları gerektiğini sorarlar.

      Kandehlevi onlara şu önemli nasihati yapar ve der ki: “İnsanlar ve eşyalar Allah katında iki elin, iki terazinin kefesi gibidir. Eğer Allah katında insanın değeri artarsa eşyanın değeri düşer ve fiyatlar ucuzlar. Ama eğer Allah katında insanın değeri düşerse eşyanın değeri artar ve fiyatlar yükselip pahalılık olur. Siz Allah katındaki değerinizi yükseltmeye bakın ki, böylece insanın değeri yükselsin ve eşyanın değeri de azalıp fiyatlar da düşsün.” Sonra halka dönüp şu ayeti bu söylediğine delil olarak okur:

 

 “Eğer o şehirlerin halkı (hakkıyla) iman edip takva sahibi olsalardı muhakkak onların üzerine gökten ve yerden nice bereketlerin kapıları açardık” (Araf, 96)

 

Allahım! Bizleri, 

Çok veripte azdırma, 

Az veripte bezdirme, 

Namerte muhtaç edip,

Diyar diyar gezdirme.