Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Mehmet Ali AYDIN


YAŞAYARAK ÖĞRENMEK

YAŞAYARAK ÖĞRENMEK


 

Anlatacağım olay bire bir yaşadığım bir olay…

Uzun yıllar öğretmenlik ve idarecilik yaparsanız, ilginç olaylarla karşılaşmanız, yaşamanız ve görmeniz mukadder oluyor. Bunların bir kısmı da ders alınması gereken ibretlik üstelik.

Yanılmıyorsan 90’lı yılların ortası 95-96 öğretim yılı olmasın muhtemel. O yıllarda Ordu Atatürk Lisesi ilimizin en gözde liselerinden biri, bende Müdür başyardımcısıyım. Okulumuzda çiftli öğretim var, sabah 7.30’da başlıyor akşamın 6.30’una kadar dersler devam ediyor.

Bilhassa kış mevsiminde okulun dağılma saati neredeyse yatsı namazına denk geliyor. O zaman okulun bulunduğu mahalle bu günkü ki gibi meskûn değil. Okuldan hastahane yoluna kadar yer yer karanlık ve dolayısıyla özellikle kız öğrencilerimiz için çok da tekin değil. Ben de genellikle o saate kadar okulda olduğum için öğrenciler okuldan çıkınca uzaktan takip ediyorum ki herhangi bir olumsuz durum olmasın.

Yine böyle bir akşam, okulun tamamen boşalmasını bekledim. En son iki tane kız öğrenci okulu terk ettiler, bende güvenli bir şekilde eve gidebilmeleri için yola kadar arkadan takip ettim. Hastahane yoluna çıkınca kızlardan biri karşı kaldırıma geçti, diğeri bulunduğu kaldırımdan yoluna devam etti.

Karşı kaldırıma geçen kızımız, karşı kaldırımda kendin 8-10 yaş büyük, saçı sakalı karışş ve serseri kılıklı biri ile gayet samimi bir şekilde şen şakrak yola devam etti. Bu benim dikkatimi çekti. Ertesi akşam yine aynı sahne, üçüncü gün yine aynı.

Kız öğrenciyi idareye çağırıp biraz sorgulayınca, önce akrabamdı, yok amcamın oğlu idi, dayımdı diyerek biraz yalan kıvırdı ise de sonradan hakikati anlatmak zorunda kalmıştı. Kızımız daha lise birinci sınıfta 14-15 yaşlarında bir şey. Daha o yaşta kendi deyimiyle “sevgili yapmış”. Ertesi gün babasının okula gelmesini, aksi takdirde gelmezse kendisinin de okula gelmemesini tembih ettim. Ve annesinin değil babasının gelmesini özellikle söyledim.

Anne gelse onunla bu konuyu doğru dürüst konuşamam, konuşsam bile netice alamayacağımı tecrübelerimle biliyorum…

Ertesi gün nöbetçi öğrenci bir bayanın benimle görüşmek istediğini söyleyince odaya getirmesini söyledim. Bayan içeri girdi. Son derece modern giyimli, bol miktarda makyajlı süslü, püslü bir hanım.

“Buyurun hanımefendi” dedim. “Müdürüm beni çağırmışsınız” dedi. Ben de “Hanımefendi kusura bakmayın ben sizi çağırmadım, galiba yanlışınız var” dedim. “yok, yok beni çağırmışsınız ben …… ‘nın velisiyim” dedi. Hanımefendi yanlışınız var ben onun babasını çağırdım. “Hocam babası gelirse işin sonu kötüye varır”.

Çaresiz olup biteni bayana anlattım, dikkat etmezlerse, böyle devam ederse, dönüşü olmayan pişmanlıkların olabileceğini, bu nedenle çocuklarına dikkat etmelerini, kontrol etmelerini ve takip etmelerini rica ettim. Aklım sıra yol göstermeye çalıştım.

Hanımefendi ne dese beğenirsiniz?

“Hocam hangi çağda yaşıyoruz, yirminci yüzyılın sonuna geldik, eski anlayışlar değişti, kızım hayatı yaşayarak öğrenecek” demez mi?

“ Kusura bakmayın hanımefendi, özür dilerim, ne ben sizi çağırdım, ne de siz okula geldiniz. Bu konuyu hiç görüşmedik, güle güle” dedim.

Sonrası ne mi oldu?

Kız okul sona ermeden o serseri kılık delikanlı ile kaçtı, okulu terk etti. Sonra ailesinin rızası olmadan evlendi ve bir sene geçmeden hamile iken boşandı ve ailesinin yanına dönmek zorunda kaldı. Birkaç defa annesinin yanında ve yanında çocuğu olduğu halde caddede denk geldim. İkisi de yüzüme bakamadı.

Sonrası mı? Artık beni ilgilendirmiyor da, bu sıralar bu gibi şeyleri gündeme getirenleri linç ediyorlar da.

Ya hu! Şu pandemi günlerinde insanın aklına da neler geliyor değil mi?