Muzaffer GÜNAY (GİZEMLİ HİKAYELER)

Tarih: 18.03.2023 08:21

DELİ TEVFİK’İN BEDDUASI -3-

Facebook Twitter Linked-in

 

Deli Tevfık, bu kadını hiç görmemişti ama, duruşundan, bakışından pek çaresiz ve sahipsiz olduğunu anlamıştı. Oldukça yumuşak bir dille şunu sordu:

-Nedir derdin?

Kadıncağız, yüreğinin ızdırabını açtı Deli Tevfik’e:

-Hocam, dedi (Deli Tevfik’e gıyabında Deli Tevfık diyenler olduğu gibi, Deli Hoca, Tevfık Hoca, Deli Tevfık Hoca diyenler çoğunluktaydı ama yüzüne karşı, sadece Hocam hitabı kullanılırdı.) Bilirsin Şükrü Efendi diye bir zalim var.

Deli Tevfık:

-Bilirim.

-Bana çok büyük kötülük yaptı.

-Ne gibi kötülük yaptı bacı?

-Sadece iki evleklik zeytinliğim vardı, elimden aldı.

Deli Tevfik, hayret etti:

-Bu kadar zalim olamaz!

-Beni hem dövdürdü, hem bizzat hakaret etti, hemde zeytin bahçemi elimden aldı.

Ağzının dualı olduğu söylenen adam, kadının yüzüne bakmadan:

-Müsterih ol bacı, dedi, sen evine git.

Kadın, O nun ne demek istediğini anlamıştı. Daha önceleri buna benzer şeyler olmuştu ve kötülük yapanların Deli Tevfik’in bedduasından sonra dağıldıkları görülmüştü.

Muhtemelen kadına göre, şimdi de beddua edecekti.

Kadın uzaklaştı.

Daima abdestli olan Deli Tevfik, yolun üst tarafına çıktı, kıbleye yöneldi ve yere çöktü. Dudakları uzun uzun kıpırdadı. Şükrü Efendi’nin üç oğlu vardı. Üçü de yetişkindi. İkisi evli, biri bekardı.

Deli Tevflk’in kıbleye yönelip beddua etmesinin ardından sadece bir hafta geçmişti.

Şükrü Efendi’nin en küçük oğlu Rıza, (ki bekardı) zeytin amelelerinin başında bulunuyordu. Tabancası elinde oynuyordu. Birden bire bir el silah sesi duyuldu. Ameleler hemen koştular, bir de baktılar ki, Rıza, yan bükük vaziyette, başı göğsünde, cansız durmada....

İnsan nasipsiz ve beyinsizin tekiyse, olan olaylardan, başına gelen belalardan hiç ders almaz, almayı aklına bile getirmez.

Tıpkı zalim ağa Şükrü Efendi gibi.

Oğlunu defnettiği gün bile, “acaba yaptığını zulümlerin bunda payı var mı?" Diye düşünmedi.

Aradan bir yıl geçti. 

Ortanca oğlu, atla gezinti yaparken, düştü ve öldü.

Şükrü Efendi’ yine hissesini almayı akıl edemedi. Bütün köylü ve hatta civar köyler, biribiri ardına bu ağanın başına gelen felaketleri konuşuyordu. O mu? Kader deyip geçiyordu. Elbette kaderdi ama. kendisinin İlahi bir azaba maruz kaldığını, aklının ucundan da geçirmemekteydi.

Bir kaç ay sonra, Şükrü Efendi, çok feci üçüncü musibetle karşılaştı. Bodrum’a tatil yapmak için giden en büyük oğlu, bir barda kavgaya karışmış ve bıçaklanarak öldürülmüştü.

İşte bu olaydan sonra Şükrü Efendi, yaptığı zalimliklerden dolayı başına bu gibi felaketlerin gelmiş olabileceğini düşünmeye başladı.

Artık hayata küsmüştü zalim ağa.

Kimseye zulüm yapamıyordu. Bir süre sonra, yüzlerce dönüm arazilerini bir bir elinden çıkarmaya başladı. Ucuz pahalı ne var ne yoksa sattı. Köyü terkedip, İstanbul’da bir eski dostunun yanına sığındı.

Kendini içkiye vermişti.

Pembe kadın, birilerinin yardımı ile zeytinliğini beş dönüme çıkardı. Artık, yüzü gülüyordu Beş vakit namazında Tevfık Hoca’ya dualar ediyordu.

İmam, bir cuma hutbesinde konuştu, konuştu sözü şöyle bağladı:

“Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı vardır.".

SON


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —