Birkaç gün önce sosyal medyada şöyle bir paylaşıma rast geldim: “İzmir-Menderes Adliyesinde bir hâkim, duruşmaya Cuma Namazı sebebiyle ara verdi. İzmir Barosu bu eylemi laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle şikâyet etti.”
Okuyunca vay be! Dedim. Hâkim ne büyük bir günah işlemiş ve laikusların dinini hiçe saymış ve Allah’ın emrine uymayı tercih etmiş. Şikâyet etmek ne kelime derhal yargılanmalı ve müebbet hapse mahkûm edilmeli diye de içimden güldüm. Sonra da bunun altına şu yorumu yazdım:
“Biz bunlara kâfir deyince bozuluyorlar, laiklik denilen ne ise (Haşa) Allah’ın farz kıldığı namazdan daha önemli bu zındıklara göre. Sizin Laiklik anlayışınızın içine ….”
Bu yorum sevdiğin bir arkadaşımın hoşuna gitmemiş olmalı ki benim yorumuma şöyle bir yorumla cevap vermiş: “Mehmet Ali Aydın geciken adaleti de hesaba katın o zaman hocam. Burda (kelimeyi olduğu gibi yazdım) yargılanan kişi suçsuz diyelim ve bu sürede vefat etti ya da inancı yok, Cuma Namazı kimi kurtaracak? Kader mi diyeceğiz* Burada yanlış olan o vakte dava konulmasıdır.”
Üstelik bu kardeşimiz inançlı biri de ve öğretmen ayrıca. Suçsuz ve o vakit vefat etti diyor biz de Allah rahmet etsin diyoruz. O anda mahkeme devam ediyor ve öldü. O zaman ne diyeceğiz. İnancı yok, olmayabilir gayet normal fakat inancı olmasa da kendisine saygı gösterilmesini istiyorsa, inancı olanlara da saygı göstermesini bilecek.
Meseleyi daha fazla uzatmadan geciken adaletle ilgili bir anımla yazıyı renklendirelim İnşallah.
Günümüz çocukları 1950-60 lı yılları çok bilmezler. Dolayısıyla da bu gün içinde yaşadıkları ülkeyi beğenmez ve yöneticilerine de her türlü hakareti yaparlar fakat birileri sahte diplomalı, dolandırıcılık, hırsızlık ve çete liderliğinden yargılanan birinin de cumhurbaşkanı olmasında bir sakınca görmezler.
Yıllar 1920-30’lu tarihleri gösterirken, rahmetli anneciğimin dedesi zamanında (annem 1933 doğumlu) bizim Mollamahmutoğulları’nın Ülper Köyü sınırları içinde 120 dönüm civarında fındık bahçeleri var. Devasa bir bahçe ve etekleri Aksu çayına kadar dayanıyor ve o zamana göre oldukça güzel bir arazi.
Bu arazinin hemen üst kısmındaki bahçe sahibi (ismi önemli değil) bu araziyi kullanmadan çarşıya pazara inme şansı yok. Gerçi bizimkiler kullanmasında bir zorluk çıkarmıyorlar ama olsun maksat üzüm yemek değil de bağcı dövmek olunca bizimkileri şikâyet edip mahkemeye veriyor ve diyor ki: “Mollamahmutoğulları’nın elindeki arazi aslında onların tapulu arazisi değil, orası hazine arazisi. Onlar hazine arazisini işgal edip, kullanıyorlar”
Bu şikâyet dikkate alınıyor ve bahsettiğim yıllarda mahkeme davayı kabul ediyor. Dava başlıyor. Aslında tapu kayıtlarında yer bizimkilerin ama karşı taraf birkaç tane yalancı şahit buluyor ve davayı sulandırıyor. Bizimkilerde yerin kendilerine ait olduğunu, Osmanlıdan beri burayı kullandıklarını şahitleriyle ispat etmeye çalışıyorlar.
Şahitlerin dinlenilmesi, tapu kayıtlarının incelenmesi, bilirkişi heyetlerinin arazi tespit çalışmaları, sınırların belirlenmesi derken mahkeme safhası, arada mahkeme heyetinin değişmesi, yeniden aynı işlemlerin tekrarlanması mesele uzayıp gidiyor.
Yıllar yılları takip ediyor ve mahkeme bir türlü sonuçlanamıyor ya da sonuçlandırılmıyor. Benim çocukluğumda olay artık iki taraf arasında bir husumete ve düşmanlığa dönüşmüştü ve iki taraf birbirleri ile karşılaşmamaya çalışıyorlar. Yine davanın hâkimi, savcısı değişmiş yeni heyet bilirkişilerle keşfe gelmişlerdi.
İki tarafta heyetin yanında yerini almış yine birbirlerini suçlayıp hakaret etmeye başlamış ve bu arada kavga başlamış ve kavgada bıçaklar konuşmuştu. Çıkan arbede de Rahmetli babam ve Osman eniştem arkalarından birkaç bıçak darbesi almış, yaralanmış ve hastanelik olmuşlardı. Babamın yaraları hafifti ama Osman Eniştemin hayati tehlikesi vardı.
Aradan yıllar geçti ve yanlış hatırlamıyorsan dava 45-50 yıl kadar devam etti. Şikâyet edilenlerle edenleri neredeyse tamamı dünyasını değiştirdi. En son canlı şahitlerden çoğu da ölüce, bir iki tanesi kaldı. Hâkim baktı ki şahitlerde tükeniyor ve nihayet kararını verdi ve mahkemeyi bizimkilerin lehine sonuçlandırdı. Kuyuyalağı denilen bir mevkii vardı orası da birkaç dönüm kadardı. Orasını hazine yeri olarak tescilledi. Ve onlarca yıl süren ve yer sahiplerini yıllarca süründüren dava sonuçlanmış oldu.
Aradan geçen yıllar sonunda mahkemeye verilenlerin torunları da hayatını kaybetti. Yer şimdi onların çocuklarına kaldı ama tapu rahmetli dedemin babasının üzerine kayıtlı olduğu için bu gün verese sayısı Mollamahmutoğlu (o zaman henüz soyadı kanununu da kabul edilmediğinden) Mehmet Ali vereseleri olarak 60’ın üzerinde dama başı neredeyse parça pırtık bir buçuk, iki dönüm yer düşüyor. Anne soyadımız da Mollamahmutoğlu uzun olduğu için, gelen nüfus memurları tarafından kısaltılmış ve MAT olarak kaydedilmiş.
Arkadaşım bir Cuma namazı arası için geciken adalet deyince bizzat bir kısmına şahit olduğu bu olay geldi ve geciken adaletin ne olduğunu anlamayan için anlatmaya çalıştım.
Her ne kadar sürçü lisan eyle isek affola. Laiklere gelince Rabbim onlara layık oldukları şekilde muamele eylesin. Müslümanlara da akıl, fikir, anlayış ve gerçek manada iman nasip eylesin.