Abdulkadir DEMİR

Tarih: 27.10.2025 10:27

GERÇEK ZENGİNLİĞİMİZ...

Facebook Twitter Linked-in

 

Rus edebiyatının meşhur yazarı Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar"adlı kitabında,çiftçi Pahom’un hazin, ve ibretlik öyküsü yer alır.

- Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.

Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.

Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der.

“Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer.

Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış.

Koşar, koşar, ama kesilir takâti.

Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar.

Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere, ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur.

Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der:

“Bir insana işte bu kadar toprak yeter..!” Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz.

Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev…

Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…

Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır.Öyle bağlanır ki hayata,bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…

Tüketmeye de çok meraklıdır insan.

Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir…Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…

Sofraya koyabildiğimiz,bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz. 

Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, eline sağlık diyen bir erkeğin, zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız..?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak, ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar, aslında fakiriz hepimiz...

"BURASI DÜNYA...NE ÇOK KIYMETLENDİRDİK...OYSA BİR TARLA İDİ...EKİP, BİÇİP GİDECEKTİK.."

Burada işler hep yarım kalır..Kimsenin işi bitmez. Arazi alayım, bahçe yetiştireyim, yazlık alayım, kışlık alayım, oğlana şunu yapayım, kıza bunu yapayım,...vs  diye diye tul-i emel peşinden koşturup dururuz.

Heva ve hevesimiz, hırsımız, ihtiraslarımız sınırsız. Ölüm bizi ansızın yakalayıverdiğinde; ne tez geldi? daha yapacak çok işimiz var. Şunu da yapacağım, bunu da yapacağım diyeceğiz.. insan bin yıl yaşamak ister...

Hangi hedefe ulaştıysak, yetmeyecek.... Yeni hedefler sıraya girecek...Kendimizi çok kaptırdık.

Dünyada saadeti böylece elde edeceğimizi zannediyoruz...Seküler hayat, hep bana diyor..sen önemlisin diyor...kendin için yaşamalısın diyor..başkasına dönüp bakma...altta kalanın canı çıksın mantalitesi ve zihniyeti ile bir hayat kuruyor...

Bu dünyada en mutsuz insanlar; her arzusunu gerçekleştiren, kazandıkça daha çok isteyen ve paylaşmayanlardır. Tatminsiz,doyumsuz ve huzursuzdurlar.

Şairin dediği gibi "Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik."

İnsan kazanmalı... kazancının bir kısmını eşine, dostuna, sevdiklerine ve ihtiyaç sahiplerine harcayarak huzuru bulabilir...Gücü nispetinde  toplumsal yaralara ilaç olmalı...vakıf, dernek vs...gibi..bunu yapabilenler görecektir, gerçek mutluluğu, saadeti...

Manevi kalkınma olmadan, maddi kalkınma mutluluk, huzur, saadet getirmiyor...

Bir Yudum Sütün Hesabı

Çok eskiden Filistin bölgesinde Nasuh adında bir padişah yaşardı. Malı mülkü çoktu, toprakları genişti, dört yüz şehre hükmederdi. Bir gece ansızın karanlıkların içinden ibret verici bir ses işitti. Bu ses adeta kalbine dokunarak şöyle fısıldıyordu: “Ey Nasuh, dünya malı yine dünyada kalıyor. Dedelerin nerede, hangisi yanında bir iğne götürebildi öte âleme? Hepsi burada kaldı, yalnızca amelleri onlarla gitti. Öyleyse mal hırsıyla günaha girmek niye? İnsan, mal sevdasına kapılacağına Allah sevdasına yönelmeli, O’nun yolunda yürümeli.”Nasuh, bu sese kulak vererek tahtını bıraktı, hükümdarlığını terk etti, çöle düştü. Bir mağarada üç gün aç ve susuz ibadet etti. Sonra dışarı çıktığında bir koyun buldu. Sahibini aradı, bulamadı. “Kaybolmasın, kurtlara yem olmasın” diyerek mağarasına götürdü. Hayvan, sütü sağılmadığı için acı çekiyor, zavallı mahlûk inleyerek gözlerinden yaş döküyordu. Nasuh, “Sütünü sağayım, ben de içerim, hayvan da rahata kavuşur. Sahibi gelince helâllik alırım” diye düşündü. Günler geçti, koyunu arayan olmadı. Koyun yavruladı, sürüler çoğaldı. Nasuh, maldan kaçmışken kendini bir sürünün ortasında buldu.

Hazreti Cebrâil Rabbine, “Ya Rab, hani o bütün malları bırakıp kaçmıştı; bak yine mala düştü” dedi. Allah Teâlâ ise, “Hayır, o malın değil, mal onun emanetidir. İstersen git, imtihan et” buyurdu. Hazreti Cebrâil bir çoban kılığında geldi, koyunu istedi. Nasuh hiç tereddüt etmeden, “Ben onu ölmesin diye sattım, parası burada. Yavruları oldu, çoğaldılar, onları da sattım. Hepsi senindir. Ben sahibi değil, emanetçisiyim” dedi. Sonra gözleri dolarak ekledi: “Sütünü izinsiz içtim, helâl et.” Çoban, “Etmem” deyince, Nasuh boynuna ip taktı, “Öyleyse beni köle olarak sat, paramı süte say” diyerek yalvardı.

Onun bu samimi haline göklerdeki melekler bile ağladı. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazreti Cebrâil’e, “Yeter, kendini tanıt” buyurdu. Hazreti Cebrâil, “Ben seni imtihan ettim, kazandın. O koyun da, sütü de, mallar da sana helâldir” dedi.

Bu hikâye, Osmanlı döneminde kaleme alınan Sevâd-ı A‘zam adlı eserlerde ve nasihat kitaplarında yer alır. Nesilden nesile aktarılan bu kıssaların ortak yönü, dünyevî hırsların faniliğini hatırlatması ve kalpleri Allah’a yönlendirmesidir.

Bugün de Nasuh’un hikâyesi bizlere çok şey söyler. Malı mülkü olan herkesin içinde “Daha fazlası” arzusu vardır. Biriktirdikçe çoğunu kaybetmekten korkarız. Oysa asıl mesele sahip olmak değil, emanetçi olduğumuzu bilmekte gizlidir. Nasuh’un bir yudum süt için bile helâllik istemesi, günümüz insanının en çok ihtiyaç duyduğu inceliklerden biridir. Biz, başkalarının hakkını gasp etmeden, kul hakkının en küçüğünü bile önemseyerek yaşayabiliyor muyuz?

Bugün dünyayı dolduran hırs, savaş, çekişme ve doymazlıkların kökünde, emaneti sahiplik zannetmek yatıyor. Oysa Allah kuluna bazen verir, bazen alır. Mühim olan hiçbirine gönül bağlamamaktır. Bir gün elimizdeki her şey gidecek, bizden geriye yalnızca niyetimiz ve samimiyetimiz kalacak. 

Nasuh’un gözyaşlarıyla gösterdiği teslimiyet bizlere de yol göstermeli. Çünkü gerçek zenginlik, gönlün helâl ve huzur üzere olmasıdır.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —