Mehmet Ali AYDIN

Tarih: 10.12.2022 07:13

HATIRALAR HATIRLANDIKÇA-62

Facebook Twitter Linked-in

BUGÜNE MAHSUS

24 Kasım benim de dile kolay otuz üç yıl yapmaya çalıştığım eğitim ordusunun onurlu neferleri öğretmenlerin “Öğretmenler Günü”. İlginçtir bugünü öğretmenler günü olarak kutlamak üzere 12 Eylül darbecileri hediye etmişlerdir. Tarih Mustafa Kemal Atatürk’ün millet mektepleri başöğretmeni oluşunun yıldönümünü işaret etmektedir.

İlk emri “OKU” olan bir dinin mensupları olarak okumanın ve eğitimin önemini anlatmaya kelimeler yetmeyecektir. Hz. Ali Efendimizin (RA) “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyerek öğrenmenin önemini vurgulaması da son derece önemlidir. Bu nedenle ben de bugüne has elimden geldiğince bende emeği olan, olmayan öğretmenlerimden biraz bahsetmek istiyorum. 

Benim başöğretmenim rahmetli anneciğimdi. Okuması yazması yoktu ama irfanı vardı. Ben merhameti, acımayı, insanlara nasıl muamele edilmesi gerektiğini, eşe dosta, yerliye ve yabancıya nasıl insanca ve yardımsever bir şekilde davranmayı ondan öğrendim. Açlıkta, yoklukta şikâyet etmemeyi, şükretmeyi ve elinde olanı olan ya da olmayanla paylaşmayı ondan gördüm ve öğrendim. O kadar fakirlik ve yoksullukta altı çocuk büyütüp, halinden şikâyet etmeyip eldekine razı olup şükretmeyi de ondan öğrendim. Bunları bana hiçbir öğretmenim öğretemedi ne yazık ki. Yüz güzelliğinin değil ruh ve kalp güzelliğinin daha önemli olduğunu ondan öğrendim.

İkinci başöğretmenim de rahmetli babamdı. Öncelikle adam gibi adam olmayı canlı yaşayarak ondan öğrendim. Özü, sözü bir olmayı, olduğu gibi görünmeyi ondan öğrendim. Gerçi tahsilli değildi, ilkokul ikiden terk idi ama okumanın ne kadar önemli olduğunu ondan öğrendim. Rahmetli: “Yeter ki siz okuyun, ben ceketimi satar sizi yine okuturum.” Diyerek tahsilin ne kadar önemli olduğunu ve dünya malı ile değişilemeyeceğini anlatmıştı. Sanıyorum onu mahcup etmemeye çalıştım. İlkeli, sağlam duruşlu, verdiği sözün arkasında durmayı, canı acısa bile insanları acıtmamayı ondan öğrendim. “Baba dağ gibidir” sözünün ne anlama geldiğini ondan öğrendim. Hayatın bir disiplinler manzumesi olduğunu, başarının istikrardan geçtiğini, günü birlik değil de geleceğe yönelik yaşamayı ondan öğrendim. Çok az bir gelirle geçinebilmeyi, çokla herkesin geçinebileceğini, ama azla geçinmeyi ve idare etmeyi de ondan öğrendim. Daha neler öğrendim ama burada anlatmaya kalksam başkasına yer kalmaayacak.

Rahmetli anneannem de iyi bir öğretmendi, tahsili yoktu ama ayaklı kütüphane gibi idi. Bilmediği bir şey yok gibiydi. Hayatımın en güzel masallarını uzun kış gecelerinde fındık seçerken, mısır ayıklarken ondan dinledim, o zamanlar yazabilsem de onları kaleme alabilseydim. Bin bir gece masalları onunkinin yanında fasa fiso idi. Daha ben 4-5 yaşlarında iken okula gitmeden Kur’an okumayı ve arkasından hatim indirmeyi de ondan öğrendim. Tecrübenin ayaklı versiyonu idi ve tecrübenin ne kadar önemli olduğunu da ondan öğrendim.

Okula başlamama vesile olan rahmetli teyzem ve eniştemi de unutmamam gerekiyor. Onlar beni Kulakkaya’da yeni açılan okula yazdırmasalar belki de okul hayatım hiç olmayabilirdi. Çünkü rahmetli babacığım geçimini kol gücü ile sağladığı için ailede çalışan insanlara ihtiyaç vardı ve beni okula verme taraftarı da değildi. İlkokulda ilk öğretmenim vekil öğretmen Remzi Başar beyi de unutamam. Kulakkaya’dan ayrılıp köye gelirken enişteme:” Bu çocuğu ziyan etmeyin, gittiği yerde de mutlaka okula gönderin, bunda istikbal var” diye tembih etmese ve eniştem de bu konuda babamı zorla ikna etmese okul hayatım olmayabilirdi. Ve ben bugün böyle şerefli bir mesleğin bir neferi olarak bu yazıyı kaleme alabilecek yetenek ve beceriyi kazanamayabilirdim. Zaten okuma yazmanın temellerini de o öğretmişti. Çizgilerle, harflerle, rakamlarla, defter, kalem ve silgi ile onun sayesinde müşerref olmuştum. 

Rahmetli dayıcığımı da unutmamam lazım. Okulların ilk yarı tatilinden sonra babamla birlikte beni Konacık İlkokuluna götürüp Okulun Başöğretmeni Rahmetli Mehmet Türkoğlu’nu kayıtlar bitmesine rağmen ikna etmeselerdi yine okullu olamayacaktım belki de. Mehmet Türkoğlu’na da bir parantez açmasak vefasızlık etmiş oluruz. Disiplinin, sertliğin ve tavizsizliğin ne demek olduğunu ondan görmüş ve öğrenmiş olduğumuz gibi aynı zamanda altın gibi bir kalbin, merhametin ve sevmenin ne demek olduğunu da ondan öğrendim. Bir düdük çalmayla okulun tamamını hizaya sokulduğunu ondan öğrendim. Yöneticiliğin nasıl olması gerektiği ve nasıl yapıldığının ayaklı örneği idi. Ondan sadece biz değil anne ve babalarımız bile çekinirdi. O bir ekol ve idol idi. Gerçek anlamı ile bir başöğretmendi.

Bu arada okuma-yazmayı öğreten ve yarım dönemde beni sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri haline getiren birinci sınıf öğretmenim Ali Türk’ü de rahmet ve minnetle anıyorum. Çok sert gibi görünen ama çok merhametli bir öğretmenimizdi. İlkokulda her sınıfta ayrı bir öğretmende eğitim gördük ve hepsinin de bizdeki emeğini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Fevzi Hoca, Selahattin Hoca ve Mehmet Hocalar hepsi rahmetli oldular.

Ben dördüncü sınıfta iken okulumuza ilk defa iki tane bayan hoca gelmişti. Sevim Akın ve Sevin Selimoğlu. Sevin hanım benim hayatta gördüğüm en güzel hanımefendilerden biri idi. Sevim hanım biraz tonton ama öğrencileri ile çok iyi diyalog kuran çok iyi bir öğretmendi. Ben de okulun en çalışkanlarından olunca beni de çok severlerdi. Bizim elişi, müzik, resim gibi derslerimize gelirlerdi. Düğme dikmeyi, ilik açmayı, yırtık yamamayı da onlarla birlikte öğrendik. Sevin hanımla lisede yolumuz yine çakıştı ve bize ücretli müzik derslerine gelmişti ve yeniden tanışmıştık.

Ortaokulda da unutamadığım ve bana yol gösteren öğretmenlerim vardı. Tabiat bilgisi öğretmenimiz Seniha Hanım, Türkçe öğretmenimiz Nurettin Bey ve Müzik öğretmenimiz Hüseyin Bey. Müziği hiç sevmememe rağmen öğretmenimiz son derece tonton ve hoş sohbetti onu çok severdim. Hüseyin Hocamdan müzik sözlülerinden üç tane üç alırdım, sonra bir yazılı yapardı ve on alırdım böylece müzikten zar zor sınıf geçerdim. Ortaokulda ilginç bir deneyim de yaşamıştım. O yıllarda ülkemizde zaman zaman yabancı öğretmenlerde görev yaparlardı. Ortaokul birinci sınıfta Mister Brown ile Hanımı Misis Brown da okulumuzda bizim İngilizce dersimize gelmişlerdi. Bizde İngilizce onlarda da Türkçe nanay olduğu için bir şey anlamadan dersler geçip gitti ve ben bir daha İngilizceden belimi doğrultamadım. Sonradan öğrendik ki bunlar o zamanın misyoner elçileri imiş.

Lisede de unutulmaz öğretmenlerimiz vardı ve ben en çok Beden Eğitimi Öğretmenimiz Emin Aktaş’ı severdim. Adam gibi adam deyimi onun kadar kimseye uymazdı galiba. Emin hocam bir defasında okulda sigara kontrolü yapılırken ben okulun arka kapısından savuşurken kafamın ortasına meşhur odununu indirmiş sonra da sınıfa gelerek: “Aydın nasıl tam yerleştirebildim mi?” diyerek benimle kafa bulmuştu. Emin Hocam yakın zamanda rahmeti rahmana kavuşmuş. Rabbim günahlarını affetsin, mekanını cennet eylesin. Bende iz bırakan önemli bir insandı. Ayrıca Biyoloji Öğretmenimiz Hanife Hanım not verirken sanki mizan terazisi ile ölçer ve kimsenin gram hakkını yemezdi ama fazlada not vermezdi. Fizik öğretmenim Gazi Kırlak Bey de çok iyi bir öğretmendi. Lise son sınıfta beni tek dersten bırakmıştı, bir yıl sonra üniversiteyi kazanınca da ikmal imtihanında da benim söylediğim yerlerden sorular sorarak hepimizin sınıf geçmesine yardımcı olmuştu. 

Öğretmenliğe başladığımda ayrıldığım yıla kadar birbirinden değerli öğretmen ve idarecilerle çalıştım. Onları burada tek tek zikretmem mümkün değil. Zaten yazıyı biraz uzattım, daha fazla sabrınızı zorlamak istemem. Yine de burada birlikte çalıştığım birkaç ismi zikretmek isterim. İlk görev yerim Bolu-Seben Lisesinde aynı evi paylaştığımız Edebiyat öğretmenleri İsmail Ergi Bey ile İsmail Orhan’ı unutmamalıyım. İsmail Ergi hocam genç diyebileceğimiz bir yaşta rahmeti rahmana kavuştu. Mekânı cennet olsun. Ciddiyet ve prensip konusunda ondan çok şey edindim. Başkasına minnet ve mihnet etmemenin ayaklı örneği idi. İsmail Orhan da uzun bir zaman evi birlikte paylaştığımız ve birlikte barışık yaşamanın en güzel örneklerini sergilediğim arkadaşımdı ve hala iletişimiz devam ediyor.

İkinci Görev yerim Alucra İmam-Hatip Lisesinde de güzel arkadaşlarım oldu. Allah Rahmet eylesin O zamanki okul müdürümüz Mehmet Yaylı yeni bir okulda bana hiç yabancılık hissettirmeden görev yapmamı sağladı. Mehmet Naci Canbay, Bülent Bedii Korkmaz, Muzaffer Kaptı, Hüseyin Tekten ve stajyerlerim Hasan Varol (Coğrafya) Hasan Doğan Hıdıroğlu (beden Eğitimi), Ahmet Türker Hocam.

Ordu İlk görev yerim olan Ordu Lisesinde de pek çok meslektaşımın bende özel yeri var. Başta okul müdürüm Ali Sanioğlu, Sami Çiçek, Nevin Soysal Hanımefendi, Aydan Vıcıl Hocam, Nermin Küçüker, Mehmet Şahin, Orhan Tokcan ve daha niceleri. Buraya sığmayacak kadar kalabalık bir liste. Ardından Atatürk Lisesi ve burada da birbirinden değerli şahsiyet ve karakterde insanlar. Diğerleri alınmasın ama bir iki isimde yazmadan geçemeyeceğim. Bunlardan biri Alı Sarı, Haki Altınel, Hüsnü Atasu, Ferhat Akçevre, Ali ve Kezban Özdemir’ler. Hocam Ayrıca burada zikretmediğim isimsiz kahraman arkadaşlarım. 

Son görev yerim Cumhuriyet Lisesinden birkaç isimle listeyi sonlandırayım. Zaten sizleri sabır imtihanına tabi tuttuğumun farkındayım. Allah rahmet eylesin Okul Müdürümüz Yaşar Bahtiyar, Müdür Başyardımcımız Oktay Şener, Cihangir Şimşek, Arif Altuntaş, Hayri Durgun ve hatırlamam gerekirken şu an isimleri aklıma gelmeyen güzel arkadaşlarım. 

Bu özel günde mesleğinin haysiyeti, onuru, şerefi ile özverili çalışan bütün meslektaşlarımın günün kutluyorum. Benim gibi emekli olanlara emekli hayatında sağlık, huzur ve mutluluklar diliyorum. Ahirete intikal edenlere de Allah’tan rahmet diliyorum. Daha güzel günlerde buluşmak diliyorum.

İyi ki okumuşum, iyi ki öğretmen olmuşum. Dünyaya bir daha gelsem yine öğretmen olurdum. 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —