Yedi sekiz Hasan Paşa Abdülhamid Han'ın en çok güvendiği güvenlik görevlilerinden biridir. Beşiktaş saraylar karakolunda görevliydi.
Abdülhamit Han daha şehzade iken Beşiktaş'tan maslak'a doğru faytonla giderken yolu kesen iki asker ve bir çavuş arabayı durduyor.
- Kahya faytondan inip çavuşun yanına yaklaşıyor "yol açından geçelim " diyor.
- Yedi sekiz Hasan Paşa " Padişah'ın emri var yol açamayız, dönün başka yoldan gidin" diyor.
- Kahya: "Arabada şehzade Abdülhamit var" diyor.
- Hasan Efendi daha da sinirleniyor:"şehzade falan dinlemem ben emri Sultan'dan alırım" diyor.
- Sultan Abdülhamit Kahyayı çağırıyor; " gel buraya" diyor. "Yanlız bu gencin ismini alın" diyor.
Niçin ismini almış? Sürgün etmek için mi ? Cezalandırmak için mi? Hayır...
O'nun ismini almadaki maksadı, daha şehzade yıllarında liste tutmasıymış. "İleride padişah olursam bu tür adamlar bana lazım olacak" diye..
Çünkü herkesin birbirini sattığı, hesapçı/hesabi düzenbaz adamların cirit attığı o dönemde bu şekilde sultana bağlı -Hasbi'lere- çok ihtiyacım olacak diye bir kenara not ediyormuş..
Bugün o günlere ne kadar da benziyor...
Tanzimattan itibaren Osmanlı'yı yıkılış sürecine götüren iç-dış, siyasi- ahlaki, vb. sebepleri tüm yönleriyle yeniden okumalıyız..
SORUMLU/MERHAMETLİ İDARECİLİK ANLAYIŞI İLE ALAKALI BİR HATIRA
İdarecinin Sesi Dergisi’nde de yayımlanan Tekirdağ Vali Yardımcılığından emekli Sayın Selahattin ALPDOĞAN’ın “Bizim İnsanımız Buydu” başlıklı yazısında, yıllar öncesinde yaşamış olduğu hatıra:
— “Yıl 1963, “Askerî İdare Dönemi”. Mardin ili Silopi ilçesinde henüz çiçeği burnunda genç bir askerî kaymakam olarak askerliğimi yapıyorum. İlçe o zamanlar her türlü imkândan yoksun, adeta bir köy durumundaydı.
— Günlerden bir gün bir dağ köyüne iş icabı gittiydim. Köy girişinde muhtar ve azalar karşıladı. Bir mescidin önünden yürüyerek geçiyordum.
Bir ihtiyar, ağacın gölgesinde uzanmış dinleniyordu. Yanına yaklaşarak konuşmak istedim. Çırpınmaya ve Kürtçe bir şeyler söylemeye başladı.
— Muhtara: “Amca niçin telaşlandı?” diye sordum.
— Muhtar: “Köye tahsildar gelince çok sert davranıyor da... Sizi görünce tahsildar zannedip döver diye korkarak yalvarıyor.” dedi.
— “Ona söyle, o benim babam; ona vurmak değil, elini öperim.” diyerek elini tutup yürümeye başladık.
Adam titriyordu. Muhtara tekrar nedenini sordum.
— “İleride tahta köprü var, orada bir şey yapar mı diye korkuyor.”
Bu duruma çok üzülerek, sıkıca koluna sarılıp tek odalı, geceleri iki keçisini bağladığı ve sekide eşiyle yattığı, badanasız, yoksulluk kokan evine girdik.
Ve amcanın ihtiyar karısına “ana” diyerek elini öpüp sarıldım ve biraz dinlendim.
* Aradan birkaç gün geçmişti. Bir sabah erken saatte kapı açıldı. Kolunda bir çıkınla bu ihtiyar amca içeri girdi. Ziyarete, vasıta olmadığı için 20 km’lik yolu yürüyerek gelmişti.
— “Anan dedi ki; Silopi’de lokanta yokmuş. Bizim iki tavuğu kesip pişirdi, yanına da sac ekmeği koyarak sana gönderdi.”
* Zaten bir iki tavuğu vardı, bunu evlerine gittiğimde görmüştüm. Fazlasıyla duygulandım. Gözyaşımı göstermemek için pencere önüne gidip dışarı bakarak konuşmaya başladım.
* İşte benim insanım buydu... İki kızını başka köye evlendirerek göndermiş, yoksulluk içinde yaşıyor ama kaderine razı olmuş. Yaptığım şey sadece ilgi göstererek evine gidip hanımının da elini öpmekti. Ama o, büyük bir özveriyle bana ta 20 km mesafeden tavuk gönderiyordu.
* Yazı ile ilgili İdarecinin Sesi Dergisi’nin değerlendirmesi ve yorumu şöyledir:
“Keşke yazıda sözü edilen Güneydoğulu ihtiyarı ve emsallerini yıllarca sadece tahsildar ve jandarma ile karşı karşıya bırakmasaydık.
Keşke yediden yetmişe, şehirlisi ve köylüsüyle her insanımıza derdini Türkçe anlatabilmeyi öğretebilseydik veya keşke biz oraya göreve gönderdiğimiz üst düzey görevlilerimize dertleri anlayabilecek kadarnKürtçe öğretebilseydik.”
(Osman Nuri Besi / Yedisu Kaymakamlığı Yazı İşleri Müdürü)
Resûlullah (s.a.v.) “Ümmetimden iki sınıf düzelirse, bütün insanlar düzelmiş olur; bozuldukları vakit bütün insanlar bozulur. Bunlar âmirler ve âlimlerdir.” buyurmuştur. (Kenzü’l-Ummâl)
İşte bundan dolayı sorumlu idarecilik hakkında şöyle denilmiştir:
"Sen mesulsün kazanın haydudundan kurdundan,
Ovadaki itinden, yayladaki bitinden.”
Sorumluluğunun bilincinde olan idareciler, gecesiyle gündüzüyle üzerindeki yükün ağırlığını bilen, görev emanetini hakkıyla îfâ eden insanlardır. Rabbimden sayılarını çoğaltması niyazımla…