Muzaffer GÜNAY (ÇOCUK MASALLARI)

Tarih: 03.12.2022 07:11

YAPRAK, FİDAN VE DAL

Facebook Twitter Linked-in

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken, bir padişahın iki kızı varmış. Yaprak ve Fidan isimli bu kızlar küçük yaşta annelerini kaybetmişler. Padişah, kızlarının anne özlemini birazcık gidermek amacı ile başka bir kadına evlenmiş.

Bu kadın, üvey kızlarla öz kızı gibi ilgilenirmiş. Onlara, öksüzlük duygusunu yaşatmamak için çok çaba gösterirmiş.

Fidan sekiz, Yaprak dokuz yaşına girmiş. Bu kızların hem yüzleri hem de huyları çok çirkinmiş. Üvey annelerine devamlı sorun çıkarırlarmış. Yemeklerini yemezler, vaktinde yatağa girmezlermiş.

Üvey annenin bir kızı olmuş. Onun adını da Dal koymuşlar. Bu kız, çok güzel ve iyi huyluymuş. Padişah ve anne sultan, kızların üçüne de eşit davranırlarmış. Ne var ki, Yaprak’la Fidan, Dal’ı kıskanırlarmış.

Hindistan padişahı, bu padişahı kızının düğününe davet etmiş. Yola çıkmadan önce padişah, her üç kızına da, Hindistan’dan neler istediklerini sormuş. Yaprak, bir top Hint kumaşı; Fidan, bir altın bilezik; Dal ise önce “Siz neyi uygun görürseniz onu getirin babacığım.” Demesine rağmen, babasının ısrarı ile gümüş bir tas getirmesini istemiş.

Padişah, aylarca sürecek bir yolculuğa çıkmış. Karadan denizden derken, Hindistan’a varmış. Düğüne katılmış. Geri dönerken bir top Hint kumaşı ile bir altın bilezik almış. Ama gümüş tası unutmuş. Gemiyle ülkesine dönerken bir rüya görmüş. Rüyâda; denizden başını uzatan bir balık, Dal’ın istediği gümüş tası almak için, hemen geri dönmesini söylemiş. Padişah, hatasını anlamış ve tekrar Hindistan’a dönerek gümüş tası almış. Az gitmiş, uz gitmiş, altı ay bir güz gittikten sonra ülkesine varmış. Kızlarının hediyelerini vermiş. Ama, Yaprak’la Fidan, teşekkür bile etmemişler. Dal ise, teşekkür ederek babasının elini öpmüş. Ablalarına da getirilen hediyeleri iyi günlerde kullanmalarını söylemiş. Onlar ise çok kıskanç oldukları için iyi dilekte bulunmamışlar.

Yaprak, kumaştan elbise diktirmiş. Fidan, altın bileziğini koluna takmış. İkisi de çok sevinmiş.

Dal ise gümüş tası ile sarayın bahçesinde bulunan gölden su alıp, dökerek eğlenirmiş. Derken, birden bire gümüş tas göle düşüvermiş. Onu izleyen ablaları, Dal’a hiç yardım etmemişler. Dal, hemen göle girmiş. Tasını almak istemiş ama sudan çıkamamış. Dalgalar kıyıya doğru yayılmaya başlamış. Bu sırada gölün kıyısında bir kavak ağacı belirmiş. Kızlar, çok korktukları için gördüklerini anne ve babalarına anlatmamışlar.

Dal’ın kaybolmasına en çok padişah üzülmüş.

 Günlerin birinde, sarayın çobanı, bu kavak ağacının dibine oturmuş. Kavağın dalından bir kaval yaparak çalmaya başlamış. Kavaldan tuhaf bir ses çıkmış:

- Ben küçük dalım, ben küçük dalım, düttürüüü düttürüü!...

Çoban, bu işe şaşırmış... Tam bu sırada padişah oraya gelmiş. Çoban, olup biteni anlatmış. Padişah, kavalı eline almış, şöyle bir üflemiş. Yine aynı ses... Kaval, oldukça şaşıran padişahın elinden düşmüş, iki parçaya ayrılmış. Bu sırada bir şey olmuş. Sevgili küçük kızı Dal, padişahın karşısına çıkıvermiş. Sevinçle birbirlerine sarılmışlar. Birlikte saraya doğru yürürlerken, öteki kızlar, babası ile üvey kardeşlerini birlikte görünce, çok korkmuşlar. Padişah, onları affetmemiş.

İki parçaya ayrılan kavalın bir parçasını Yaprak’ın, öteki parçasını Fidan’ın yüzüne atmış. Kızlar büsbütün çirkinleşmişler. Artık kimsenin yüzüne bakacak hâlleri kalmadığı için sarayı terk edip, bilinmeyen ülkelere gitmişler...

Böylece, kıskançlığın ve kötü kalpliliğin cezasını bulmuşlar...

(Anadolu Masalı)


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —